Corona virüsü nedeniyle herkesin evine kapandığı şu günlerde doğanın geri dönüşüne tanıklık ediyoruz. İki hafta kadar önce sosyal medyaya düşen yunusların Moda Sahili’nde balık avına çıkarken çekilmiş görüntüsünü, birçoğumuz şaşkınlıkla karışık bir sevinçle karşıladık [1]. Haber sitelerinin geneli bu durumu doğanın sahipleri geri döndü başlığıyla verdiler.

Peki ne olmuştu da bu yunuslar geri gelmişlerdi? Evet insanlar evlerine kapandılar ve sokakları olduğu gibi denizleri de boşalttılar. Ancak sualtında yaşayan canlıların görme kabiliyetlerinin çok iyi olmadığını biliyoruz [2]. Peki nereden anladılar doğayı terk ettiğimizi?

Tantananın bitmesinden!

Üst komşunuz evde oğluyla paldır küldür top oynuyor olsa çıkar önce kendisinden gürültüyü azaltmasını istersiniz. Olmadı apartman yönetimine şikayet edersiniz. Hiç olmadı polis çağırırsınız. Yani hak arayabileceğiniz mecralar mevcut.

Ancak sualtında böyle bir durum yok. İnsanoğlu (herhalde yaradılışı gereği) oldukça bencil bir yapıya sahip. Diyelim Boğaz’da yalınız var ve çılgın bir parti vermek istiyorsunuz. Suyun üzerinde çıkarabileceğiniz gürültünün sınırı yasalarla belirlendiğinden partinizi beklediğiniz kadar çılgın yapamayabilirsiniz. Çünkü kent sakinleri rahatsız oluyor. Ancak suyun altında dilediğiniz kadar gürültü çıkarmanız mümkün. Bunun önünde hiçbir engel yok! Dolayısıyla Boğaz’dan 185dB gürültüyle bir yük gemisi geçtiğinde suda yaşayan canlıların yapabileceği en iyi şey bölgeyi terk etmek. Bu arada karşılaştırma yapılabilmesi açısından belirtelim: Futbol takipçileri iyi bileceklerdir, İnönü’de 132dB gürültüyle Beşiktaş taraftarı dünya rekoru kırmıştı [3].

Yanlış anlaşılmasın, bu durum yalnızca ülkemizde değil tüm dünyada böyle. Yalnızca gemi gürültüsü de değil; sismik araştırmalar ve askeri gemilerin sonar sistemleri sualtında inanılmaz gürültüye sebebiyet veriyorlar. Öyle ki ortalama bir geminin çıkardığı gürültü bunların yanında naif kalıyor. 1998 yılında Nature’da yayınlanan bir makale, Doğu Akdeniz’de 1996 yılında yapılan NATO tatbikatının onlarca balinanın toplu olarak karaya vurmasından sorumlu olduğunu iddia etmektedir [4]. Balina gibi sualtı canlılarının tüm hayati fonksiyonlarını işitsel yolla gerçekleştirdiği düşünülünce bu iddianın doğru olduğu kabul edilmektedir.

Görsel: Sahile vurmuş pilot balina sürüsü (Project Jonah)

Elbette her canlı önce kendi varlığını koruma içgüdüsüne sahip. Ve kabul etsek de etmesek de birçok kişi sualtı canlılarının yaşam haklarına karşı duyarsız. Çünkü sualtı hayatının yok olmasının kendi konforunu bozmadığını düşünüyor. Sorsanız tabi ki “balinalar ölmesin şeker de yiyebilsinler” diyeceklerdir. Ancak kuru laftan öte bu konuda kararlılık ve aksiyon gerekiyor. Çünkü bu iş sadece balinaların hayatıyla ilgili değil. Doğanın bir dengesi var ve bu dengeyi yeterince bozarsak, iş dönüp dolaşıp yine bizi bulacaktır. Yakın zamanda yapılan araştırmalar bu durumu bilimsel olarak da ortaya koymaya başladı. 2016’da yayınlanan bilimsel bir makale gemi trafiğinin artmasının denizdeki besin zincirini bozduğunu ortaya koydu [5]. Hemen bir sene sonra yapılan başka bir çalışma ise sismik araştırmaların zooplankton sayılarını ciddi biçimde düşürdüğünü kanıtladı [6]. Eminim biyologlar bu araştırmaları çok daha yakından takip edip, çok daha ciddi olaylardan haberdarlardır; bunlar benim mühendis halimle bulabildiğim çalışmalar. Bugün oturduğumuz yerden pek anlamasak da sualtında ciddi dönüşümler oluyor ve bu dönüşümler bizi vurmasa da çocuklarımızı, torunlarımızı vuracak.

Peki ne yapalım? Şehirleri terk edip, gemilerimizi denizlerden mi çekelim? Doğayı bozuyoruz diye kendi varlığımızı mı inkar edelim? Bunları yapamayacağımız aşikar; ancak sualtındaki hayat hakkında hiçbir önlem alınmaması da bir garip. Bu noktada, bu konuda bazı çalışmalar olduğunu da belirtmek gerekir. 2014 yılında Uluslararası Denizcilik Örgütü (International Maritime Organization, kısaca IMO) gemi kaynaklı gürültünün azaltılması konusunda tavsiye niteliğinde bir doküman yayınladı [7]. Birçok kişi başta sadece öneri olarak verilen bu dokümanın geliştirilerek bir süre sonra denizlerde gürültü sınırlandırılması olarak yayınlanacağını düşündü. Ancak 2020 yılındayız ve hala denizlerde herhangi bir gürültü kısıtlaması yok. En ciddi gelişme olarak Birleşmiş Milletler’in 2018 yılının Aralık ayında yayınladığı doküman gösterilebilir [8]. Fakat henüz bu konuda herhangi bir uygulama gerçekleşmemiştir.

IMO’nun sualtı gürültüsü kriterlerini geciktirmesi sebebiyle bazı ülkeler kendi uygulamalarını hayata geçirmeyi planlamaktalar. Belki söz konusu ülkelerde doğanın sahipleri gerçekten geri dönerler. Ancak dünyanın geri kalanında bugün çektiğimiz yunus görüntülerini uzunca bir süre sadece telefonlardan izleyeceğiz gibi duruyor.

Kapak Görseli : MARTY MELVILLE / AFP


Ömer Kemal KINACI, Doç. Dr. 

kinacio@itu.edu.tr

İstanbul Teknik Üniversitesi

Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi

Gemi ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği Bölümü